Paris seyahatimizin ikinci günü çok erken başladı. Çünkü Paris’e esas gelme nedenimiz olan Louvre Müzesi’nin ünlü giriş kuyruğundan kurtulmak için tam açılış saatinde orda olmak istiyorduk. Eğer sıra beklemek istemiyorsanız online bilet almanızda fayda var. Aynı zamanda Paris’te ayın ilk Pazar günü birçok müzeye giriş ücretsiz. Bizim gittiğimiz tarihler bu zamana denk geldi.
Louvre Müzesi’ne gidiş metro ile çok kolay. Metro istasyonundan direk giriş kuyruğuna çıkabiliyorsunuz. Beklediğimiz kadar sıra beklemeden girdik. Louvre Müzesi’nde önceden belirlediğimiz noktaları gezeceğimizden ötürü bir yarım gün ayırdık. Fakat tarih bilginiz genişse ve her alanı görmek istiyorsanız Louvre’da geçireceğiniz süre 1,5 gün bile olabilir.
 |
Müze Girişi |
Sonunda Dan Brown’un Da Vinci Şifresi’nde Kutsal Kase’nin olduğu yer olarak tarif ettiği ters piramitleri gördüm J Müzede yürüdükçe filmden sahneler geliyor aklınıza.
 |
Paris'e dair en büyük hayalim :) |
Mutlaka müze girişindeki haritayı yanınıza alın. Haritaya rağmen kaybolmanız olası. I-pad için yapılan uygulamadan da yararlanabilirsiniz.
Louvre Müzesi’nin en önemli eserlerinden biri tabi ki Mona Lisa. Çevresindeki yasak alan oldukça geniş olunca ve turistlerin en çok ilgi gösterdiği alan burası olunca izdihamımsı bir durum ortaya çıkıyor. Sıra falan yok burada, sistem kim nereye sıkışırsa şeklinde işliyor. Herkesin amacı bu anı hatıraya çevirmek, o nedenle sürekli flaşlar patlıyor. Resim, flaşlara yönelik bir koruma camı ile korunuyor.
 |
Mona Lisa |
Müzede yaklaşık 3 saat süren gezimizden sonra müzenin kafesinde birer kahve içerek soluklanıyoruz. Karşımızda müzenin büyük piramidi yer alıyor. Bu arada müzenin kuyruğu müzenin kocaman bahçesini de aşmış ve sokağa taşmış durumda. Sıranın ucu gözükmüyor. İyi ki erken gelmişiz diyoruz. Sınırlı vakit olunca kuyruklarda geçirdiğiniz her vakit aleyhinize işliyor.
Paris'te sürekli hırsızlara karşı uyarılıyorsunuz. Özellikle Louvre Müzesi gibi ziyaretçi akınına uğrayan yerlerde özel uyarı levhaları bulunuyor.
 |
Uyarı Tabelaları |
Müzeden çıktıktan sonra, sokak boyunca sıra ile dizilmiş olan souvenir dükkanlarını geziyoruz. Arkadaşlarımıza birkaç küçük hediye aldıktan sonra, uzun bir yürüyüş bizi bekliyor. Bu günkü ikinci durağımız Notre Dame. Küçüklüğümden beri en sevdiğim hikâyelerden ve çizgi filmlerden olmuştur Notre Dame’ın Kamburu. Esmeralda’nın uzun saçları ve güzel yüzüne ne kadar hayransam, Quasimodo’nun alay konusu olmasına da hep bir o kadar üzülmüşümdür.
 |
Kiliseye doğru yürürken |
Turumuz boyunca sokakların simetrisine hayran kalıyoruz. Yol üzerinde rastladığımız bir kilise ve Royal Palace’ı gezdikten sonra, Paris’in ünlü köprülerinden birinden geçerek Notre Dame’ye ulaşıyoruz. Hem şapel hem de kilise çanının olduğu yeri ziyaret için iki ayrı sıra var ve ikisi de birbirinden uzun. Yaklaşık yarım saat kuyruk bekledikten sonra, kilise çanının tepesine çıkmak için dar, eski, kaygan ve fazla eğimli merdivenlerden yukarı çıkıyoruz. O kadar çok merdiven var ki, insan hiç bitmeyecekmiş sanıyor. Sağ ayağımda merdiven çıkarken hala sorun yaşadığım için, bayağı tedirgin çıktım basamaklardan, zaten o andan “bunun bir de inmesi var” düşüncesi takılıyor aklınıza.
Yukarıdaki manzara çok güzel. Paris’i dört bir yandan izliyorsunuz. En önemli binaların bir çoğunu buradan görebiliyorsunuz. Çanın yanındaki bu balkonda en fazla 15 dakika kalmanıza müsaade var. Sonra diğer grup, merdivenleri çıkmaya başlayacağından siz de diğer taraftaki iniş merdivenlerine geçmek durumundasınız. Ben merdivenleri boşken daha rahat ineceğimi düşündüğümden biraz daha erken ayrıldım gruptan.
 |
Kiliseden manzara |
 |
Yoruldum, ölüyorum ama vazgeçmem bakışı :) |
Çıkışta bir banka oturup biraz dinlendikten sonra diğer durağımız olan Rodin Müzesi’ne gitmek için metro durağına yürüyecek halimiz kalmadığından ötürü taksiye bindik. Notre Dame ile Rodin Müzesi’nin arası yaklaşık 10 Euro tuttu.
Rodin Müzesi, küçük fakat çok sevimli bir müze. Bence Paris’te kesinlikle ziyaret edilmesi gereken müzelerden biri. Eserlerini gördükçe Rodin’e hayran kalıyorsunuz. Zamanında söylediği “Taşın fazlasını atıyorum,geriye heykel kalıyor” sözü geliyor aklınıza.
 |
Türklerin "Düşünen Adam"a bakış açısı tüm Dünya'dan farklı :) |
Rodin Müzesi’nde en çok dikkat çeken eser tabi ki “Düşünen Adam” Müzenin içinde irili ufaklı çalışmalarını görseniz de bronzdan yapılmış olan büyük heykel çok daha dikkat çekici. Eşimle konuşuyoruz Düşünen Adam’ın karşısında otururken. Türklerin Düşünen Adam Heykeli’ne bakış açısı tüm dünyadan daha farklı aslında. Rodin’e hayran kalmak isteyenlere http://www.musee-rodin.fr/
Rodin Müzesi’ne çok yakın olan
Tombeau de Napoléon’a geçtik. Muhteşem bir yapı. Yol boyunca ilerlerken eski Türk filmlerinden aklımızda kalma “Napolyon, üç şey demiştir: Para,para,para” şarkısı eşliğinde ilerledik. Meydanda yer alan topların Elysee Sarayı’na dönük tutulmasının sembolik bir anlamı olduğunu öğrendik. Fransız halkının özgürlüğünü ifade edip, eğer gerekirse Fransız halkının tekrar silahlanabileceğini anlatıyormuş. Alandan çıkıp arkanıza döndüğünüzde yine muhteşem bir simetriyle karşılaşıyorsunuz. Her alanı tarihi eser olan Paris’e hayran olmamak elde değil.
Buradan ayrılıp Eyfel’e doğru bir yürüyüşe çıkıyoruz. Bu yürüyüş esnasında Fransız sokaklarını, Fransız ailelerini inceliyoruz. Huzurlu bir yer. Vakit akşama yaklaşırken etrafı taze baget kokuları sarıyor. Yanımızdan her geçen kese kağıdının içinde bagetle dönüyor evine…
 |
Yolda gördüğümüz ilginç bir sanat eseri :) |
Sokakta yürürken bir Fransız mahallesinin içerisinden geçiyoruz. Sonbahar ve serin olmasına rağmen bazı evlerin pencereleri ve perdeleri açık. Çok güzel evler görüyoruz. Dekorasyon konusunda Fransızların çok zevkli olduğu kesin. Çok geleneksel döşenmiş veya son derece modern. Hiç fark etmiyor, estetik ve göz zevki akıyor evlerden sokaklara.
I-phone navigasyonu ile kaybola kaybola sıkılıyoruz bir süre sonra. Birkaç kişiye sorduktan sonra (işte bu noktada anlıyoruz "Fransızlar Fransızcadan başka dil konuşmaz, zorlanırsınız" cümlelerinin aslında biraz ön yargı olduğunu, inanılmaz kibarlar, en az bizim kadar kötü İngilizce konuşuyorlar ama İngilizce yol tarif ederken nedense çok mutlu oluyorlar...Demek ki "Antalya'da turist görelim, dilimiz gelişsin görüşündeki tek toplum biz değiliz :) )direk Eyfel Kulesi’nin önünde alıyoruz soluğu. Çok kalabalık olduğunu bildiğimiz için Louvre Müzesi’ndeyken online giriş bileti satın almıştık. Online bilet almazsanız, sırada bir gün bile geçirmeniz mümkün. Online bilet alanların geçiş alanı farklı ve neredeyse hiç sıra beklemeden giriş yapıyorlar.

Giriş alanına gelip telefondan satın almış olduğumuz online bileti görevliye gösterdiğimizde çok büyük bir hata yapmış olduğumuzu anlıyoruz. Bileti ertesi güne almışız. Eyfel Kulesi’nin çevresinde ufak bir tur attıktan sonra kendimizi yollara vuruyoruz. Yaklaşık 2 saatlik bir yürüyüşte çok güzel kafeler, restoranlar, parklar ve bahçeler görüyoruz. Ne yazık ki bunların çoğunun ismini hatırlamıyorum. En sonunda ayaklarımız pes ediyor, bizde dönmeye karar veriyoruz.


Metro girişini ararken bir süpermarkete takılıyor gözümüz. Eşimle en büyük ilgilerimizden biri işimiz gereği süpermarket gezmektir. Kapanma saatine yakın olduğu için sadece yarım saat geçirdik. İnanılmaz bir ürün gamı var. Ayrıca sağlıklı ürün çeşitleri ve diyet yapmak için uygun seçenekler çok fazla miktarda ve çeşitte. Fiyatların Avrupa standartlarına uygun olduğunu düşünsem de ben, eşim biraz pahalı buldu. Birkaç çeşit çay, kahve ve şarap aldıktan sonra marketten çıktık. Şaraplar, Paris'te Türkiye'ye nazaran çok ucuz. Burada alacağınız 30-40 TL'lik bir şarap, orada 2-3 Euro.
Marketten aldığım ve eve gelince denediğim Lipton’un Karamel aromalı çayı neden Türkiye’de yok demekten alamıyorum kendimi. Lipton gibi bir marka Türkiye’de bu kadar az çeşitle yer almamalı. Az çeşit mi demeyin, marketteki çay rafını görseniz inanın öyle düşünmezdiniz.
Metro ile otele döndükten sonra, ertesi sabah Disneyland Paris’teki otelimize geçmek için eşyalarımızı topluyoruz. Üzerine rahat, mutlu, huzurlu bir uyku çekiyoruz.
Yurtdışını sevmemin bir başka nedeni de orada hiç rüya görmememdir. Normalde her gece rüya ve sıklıkla kabus gören benim için bu bulunmaz bir nimet. Oxford’da yaşadığım dönemde de hiç rüya görmemiştim J Gerçi Fransa’da son gece bu durum bozuldu ve yakın bir arkadaşımla ilgili bir kabus gördüm. Eşimin yorumu çok iyiydi: “Burada rüya görmeye başladıysan buraya alışıyorsun demektir. İstersen Paris’e taşınmayı düşünebiliriz. Baksana bilinçaltın kabullenmiş durumda…”
Gizem TUTAR – Aralık 2011