RSS

KAÇIŞ...

Kafamın içinde düşünceler dönmeye başladığı her an, kağıt kalem alırım elime küçüklüğümden bu yana… Kafamın içindekiler, kalemle şekillenir ve kağıda dökülür… Kalem kağıt üzerinde kayar gider, ne geri dönüp okumaya ne de düzeltmeye gerek duyarım… Yıllardır kafam bozuk oldukça yazarım yazarım yazarım… Kimi zaman söylenmemesi gereken cümleler vardır aklımda, kalp kırmamak için yazarım… Kimi zaman isyan ederim hayata onu yazarım, kimi zaman sevdiklerime mektuplar yazarım… Çoğu zaman vermesem de... Kimi zaman da – Eskişehir’den Ankara’ya göç ettiğim zamanlardaki gibi- defterler dolusu yazılarıma hiç değer vermem, yakar çıkarım… Yeni bir yola doğru…

Günlerdir sayfalarca yazasım var… Ama elim ne kaleme ne de klavyeye gidiyor… Şu an bile ne yazacağımı bilmeden aklımda uçuşan binlerce kelimeden en öne çıkanları seçmeme bile izin vermeden kendime, yazıyorum sadece…

Yazasım var, yazamıyorum, yazarsam duramam, günlerce haftalarca yazarım gibi geliyor, kendimden korkuyorum…

Kış aylarını sevmem nedense… Kış bana hep hüzün ve sıkıntı verir… Çocukluğumda severdim kar yağmasını… Sonra ne zaman kar yağsa hep arkasından bir şey oldu. Beyin hücrelerimin içerisine yerleşen bu olumsuz mesaj sanırım hep karda kötüyü çağırıyor bana artık… Bu fikirden en kısa zamanda uzaklaşmam gerek, farkındayım…

Kaçışlar üzerine kuruludur hayat biraz da…

Ve her insan farklı türlü kaçar…

Bu günlerde en yakınlarımın tamamı ve ben de farklı sebeplerden farklı şeylere kaçış içerisindeyiz…

Sessizce seyrediyorum sizi…

Kimi kendisini evine sığdırıyor, kafasını toprağa gömmek gibi… Nefes alası yok, alsa da veresi…

Kimisi hep bir suçlu arayışı içerisinde, suçlu bulamayınca ortalıkta kalıyor kendisi de, toparlanmak bilmeyen düşünceleri de…

Kimisi melankoliye kaçıyor… Hep bir durgunluk üzerinde… İki saniye gülse, iki saat susuyor… Suskunluğuna kaçıyor…

Kimi güce kaçıyor… Gücü aramak, daha güçlü olmak isteği tüm dünya dertlerinden uzaklaştırıyor onu…

Kimi serseriliğe vuruyor işe… Nerde akşam, orda sabah…

Kiminin gözünü intikam bürüyor… Her gün intikam yeminler ediyor kendine…

Kimi çocuğuna kaçıyor… Dayanabilme potansiyelini arttırmak için…

Kimi kendini suçlayarak, kimi başkasını suçlayarak, kimi dünyayı suçlayarak kaçıyor…

Ve anlıyorum insanoğlu, biraz da en sevdiğine veya en sevdiği duyguya kaçıyor kendi bilinçaltında…

Ve bende kaçıyorum…

Okuyarak kaçıyorum… Bambaşka dünyalar var romanların içinde…
Mesnevi okuyorum, içimdeki dünyevi yalanları silsin diye… Mevlana’ya kaçıyorum…
Üreterek kaçıyorum… Yeni bir şeyler yaratmaya çalışıyorum, bana bize ait olan…
Arayışa kaçıyorum… Yeni bir şeyler arıyorum kendime… Yeni uğraşlar, yeni bilgiler…
Yeni eskiyi unutturur yalanına kaçıyorum…

Oysa ki hiç kimse kendi sebebinden kaçamıyor… Yanılsamadan ibaret kaçışlar…
Herkesin kendi kaçışının sebebi ortada duruyor hala… Ve aslında herkes bir diğerinin neden ötürü nereye kaçtığını biliyor… Herkes diğerini görmemezlikten geliyor… Çünkü birinin kaçışını yüzüne vurmak, onun yarasını kaşıyıp kanatmak gibi bir şey aslında… Tek çözemediğim herkes, diğerinin yarasına saygı mı duyuyor yoksa o yarayı önemsemiyor mu? İş kaçmaya gelince, ego ağır basıp herkes kendi yoluna mı bakmaya başlıyor yoksa?

Kaçıyorum… Hayatın derin sorularına…

Bir soru işaretinin daha kuyruğundan tutmak demektir belki de kaçışın sonu…

Ocak 2012
Gizem


Devamını Oku >>


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Paylaş
9