RSS

KARLA BARIŞTIM… PRAGMA’YA GİTTİM… İSTANBUL’UN TADINI ÇIKARDIM…

Yoğun kar yağışı hayatımda derin değişiklikler yarattı…

Başta hepsine olumsuz açıdan bakmayı tercih ettim ve İstanbul’a kar hiç yakışmıyor dedim…

Fikrim Trafik FM’i dinledikten sonra kısmen sabit kalsa da büyük bir kısmı değişti…

Kar yağışı başladığından bu yana birçok olay geçti başımdan…

Facebook’tan beni takip edenler bilir, birkaç gündür çok mutsuzdum…

Kar yağdığı gün en yakın dostumu kaybettim ben… Yok gerçek manada değil, bildiğim kadarıyla Allah’a şükür hala sağlıklı… Sadece ben kaybettim anlayacağınız…

O ilk şok, o ilk kızgınlıklar geçince başta elinizde bir avuç hayal kırıklığı kalıyor… Sonra o da geçmeye başlıyor… İyi günleri ve kötü günleri birlikte hatırlamaya başlıyorsunuz, buna kabullenme basamağı deniyor sanırım… Biliyorum bu yaranın da kabuk bağlama zamanı geldiğinde; bir şiir, bir şarkı, daha önceden birlikte gidilen bir mekân, bir koku gibi belirgin şeyler hatırlatıyor olacak birbirimizi bize…

Bu kaybın bana öğrettiği en derin şey, en yakın dostun bile olsa beklentilerinin olmaması gerektiği… Beklentin olduğu zaman hayal kırıklığında bir o kadar derin oluyor çünkü… O nedenle Nazım’ın dediği gibi yaşamak lazım biraz… “Yani sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı?”

Sonraki gün, çok sevdiğim birinin bir şeye ihtiyacı oldu. Yardımcı olabilme durumum olduğu için şanslı olduğumu gördüm. Ve o yardımcı olma şansı, bana yeni bir dostluğun kapısını açtı. Uzun süredir tanıdığım ama bir türlü o elektriği karşılıklı olarak yakalayamadığımız biri ile aynı kapıdan geçmemizi sağladı bu şans bana… Hani bazı insanlar vardır; karşılıklı olarak karar veremezsiniz birbirinizi sevip sevmemeniz gerektiğine, hep arada o “temkin” buz gibi durur ya, buzların eridiğini gördüm…

Kar yağışının etkileri bu kadarla da kalmadı… Biz Kemerburgaz’da oturuyoruz. Sağlığımla ilgili bir durum yüzünden radikal bir kararla geçen sene taşındık. Her mevsim huzur dolu olan Kemerburgaz’ın kış hali eğer kar yağışında şehre inmek zorunda değilseniz mükemmel, tablo gibi… Ama bizim gibi her gün gitmek zorunda iseniz biraz eziyet oluyor… Bir gün yolda kalınca gitmemek daha iyi mantığında bakıp olaya, bir arkadaşımızda kalmaya başladık birkaç gündür… Üniversite yıllarındaki arkadaş evi ortamı bana gençliğimi geri getirdi sanki...

Hani aslında herkes bilir ama kimse genelde kabul edemez ya… İnsanın yaşı büyüdükçe ortamların bazılarının içerisine yapmacıklık, riya, çıkar girer ve o doğal ortamında yaşanmaz arkadaşlıklar… Ve doğal bir ortam her şeyden daha anlamlı gelebilir insana… Bir öğrenci evinde, İstanbul’a geldiğimden beri, yaşadığım en doğal, en samimi, en içten geceyi geçirdim J Sanki içtiğim en güzel kahve, oynadığım en eğlenceli iskambil oyunu ve yaptığım en keyifli sohbetti. Anlayacağınız 80’li çocukluğumuzdan bir tek kestane eksikti J

Dün bir anda değişti her şey…

Trafik durumu yüzünden aksayan danışan randevularımın arasına bir proje yazısı sıkıştırdım. Hararet içerisinde onun makalesini bilgisayardan hazırlarken, bir an – hep bir andır hayatınızı değiştiren, dikkat edin- kafamı kaldırıp, pencereden baktım… Benim odam gelenler bilir, çok manzaralı bir yer değildir. Yine de kafamı kaldırdığımda dünyanın en güzel manzarası vardı sanki… Karların uçuştuğu, hani hep derler ya lapa lapa yağdığı o saniyeler, çocukluğumun bütün sıcacık anılarını bana getirmesinin yanı sıra umudumu ve enerjimi geri getirdi.

Gün bitti…

VE PRAGMA…

Akşam eşimle birlikte benim çok merak ederek biletlerini aldığım “PRAGMA” isimli oyuna gittik.
Garajistanbul’da Salı akşamları sahne alacak olan PRAGMA’nın konusu çok dikkatimi çekmişti. “Dünya’nın en ünlü seri katilleri bir gün aynı hücrede uyanır…” Tanıtımında geçen “Yaptıklarım yanlış olsaydı bir meleğin beni durdurması gerekirdi…” cümlesi…

Oldum olası cinayet romanlarına, seri katil öykülerine ve gerilim filmlerine bayılan benim için gerilim tiyatrosu muhteşem bir deneyim olacaktı. Oldu da…

Birçok kişinin Kuzey Güney’in Güney’i olarak tanıdığı Buğra Gülsoy bence muhteşem bir iş çıkarmış. Bir oyunun bu kadar gerçekçi ve insanı içine çeken bir yanının olması için öncelikle bu seri katiller ile ilgili ciddi ve uzun soluklu bir araştırma yapmış olması şart. Oyunun her saniyesinde sadece bu emek için bile Buğra Gülsoy’a saygı duyuyorsunuz.

Oyun içine alıp götürüyor… Bir seri katilin bile insan olduğunu fark ettirecek yanları var oyunun… Oyunda aynı zamanda seri katillerin gerçek sözlerine de yer verilmiş… Hepsini tek tek duyduğunuzda aslında mantıklı söylemler diyecek kadar keskin…  Yani her anlamda bıçak sırtı bir oyun…

Oyuncu performanslarına gelince, hepsi birbirinden süper iş çıkarmış olsa da; R.Ramirez rolündeki Serhat Teoman ayrı bir hava estiriyor sahnede… A.Fish rolündeki Mert Öner’de seri katilin soğukkanlılığını damarlarınızdan geçiriyor.

Oyunun final bölümü… “İşte ZEKA kokuyor” dedirtiyor. Hem mantıksal hem de görsel açıdan muhteşem… Uzun zamandır bu kadar düşündüren, heyecanlandıran ve hayranlık bırakan bir oyuna gitmemiştim… Kaçırmayın derim…

Pragma’nın oyuncularına ait bir röportaja buradan ulaşabilirsiniz. 
Röportajı okursanız, zaten izleyici üzerinde bekledikleri etkiyi yakaladıklarını anlarsınız.

Ayakta alkışlıyorum…

VE İSTİKLAL…

Oyundan çıkınca İstiklal karlar içindeydi… Muhteşem gözüküyordu… Durduk, karın yağışını seyrettik ve neredeyse bomboş olan İstiklal Caddesi’nin tadını çıkardık… Ellerimizi tek eldivenin içine sığdırmayı özlemişiz J



Ara sokaklarından, hiç basılmamış karlara basa basa yürüdük, çocukluğumda yaptığım gibi ağzımı açıp gökyüzüne çevirdim – mantığını sakın sormayın J - …

Yeniden doğdum… İçimdeki griliği karla yıkadım…

Şubat 2012
Gizem TUTAR
Devamını Oku >>


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Paylaş
9