RSS

PARİS…PARİS…

PARİS 1. GÜN
NOT: Fransa ile sorunlar yaşadığımız şu dönemde Paris yazısı paylaşmak istemezdim ama benim de bir yerlerden bloguma tutunmam gerekiyor. Rahatsızlık duyanlardan şimdiden özür dilemek isterim.

Eşimle tanıştığımız günden beri en büyük hayalimiz dünyayı gezmek… Normalde evde vakit geçirmeyi daha çok seven eşim, yurtdışı denilince gezgine dönüşebiliyor. Benim daha önce Londra ve Oxford’u görme şansım olmuştu fakat Paris eşimin ilk yurtdışı seyahati oldu.

                Uzun zamandır gitmek istediğimiz ama bazı sorumluluklar yüzünden ertelemek zorunda kaldığımız yurtdışı gezilerimize sonunda bu Kurban Bayramı ile birlikte başladık. Yani bu sadece bir başlangıç J

                Da Vinci Şifresi kitabından ve filminden sonra ben bazı konularda takıntılı bir insan olarak Louvre Müzesi’nde yer alan piramitleri yakından görmek gibi bir saplantı sahibi oldum, o nedenle de ilk Paris ile başlayalım istedik.

                Fransız milliyetçiliği ile ilgili yargılarımızdan ötürü turumuzu kendimiz planlamak yerine bir firmadan satın aldık. Çok sevdiğim danışanım Güray Bey’in çalıştığı Cafe Tur ile gitmeyi tercih ettik. 

                Turun sadece hizmetlerinden yararlandık ve ekstra turlarına katılmadık o nedenle o konuda bir yorum yapamayacağım. Biz bir hafta önceden dersimize çalışarak, nerelere gitmek istediğimizi ve aktivitelerimizi ayrıntılı olarak planladık. Ve kendi tur programımıza sadık kaldık.

                İlk gün turun sağlamış olduğu panaromik şehir turunda Opera Garnier, Vendome, Concorde, Chatelet  Meydanları, Aleksandr Köprüsü, Meclis Binası, Orsay Müzesi, Louvre Sarayı, Notre Dame Kilisesi, Zafer Takı ve Eiffel Kulesi’ni gördükten sonra şehir merkezindeki otelimize geçtik. Republique bölgesinde kalan Crowne Plaza’da kaldık. İnanılmaz rahat bir otel olmasının yanı sıra, metro durağına yürüme mesafesinde olması diğer bir avantajı. Çevresinde çok sayıda farklı mutfağın olduğu restoranlar yer alıyor. İlgilenenler için: http://bit.ly/syF7Su

Yaklaşık 24 saatlik uykusuzluk sonrası –bir önceki gün 21.30’a kadar çalıştık ve 03.00’de Atatürk Havalimanı’nda olmamız gerekiyordu. – hemen eşyalarımızı bırakıp turumuza başladık. İlk durak tabi ki Champs Elysees Caddesi oldu. Concorde Meydanı’na yakın olan metro durağında inip turumuza başladık. Caddenin her iki tarafında da hiçbir şeyi atlamamaya özen göstererek yürüdük. Dikkatimi en çok çekenler, bir bayan için enterasan olacak belki ama araba galerileriydi. Çok güzel spor arabalar vardı. Bir de cadde üzerindeki Kültür Bakanlığı’nın açtığı turistik bilgi verme merkeziydi. Caddenin tam ortasında Türkiye’nin nadide güzelliklerini barkovizyondan seyretmek ayrı bir keyifli oluyor J



Tabi ki Champs Elysees’de olupta La Duree’ye uğramamak olmazdı. Fransa’ya giden her danışanım veya arkadaşım macaronlarını öve öve bitiremiyordu. Serkan’ı macaron için 20 dakika sırada tutmak pek kolay olmasa da, sonunda almayı başardım. Yürümekten şiş ayaklarımızı dinlendirmek için bir banka oturup, macaron keyfi yaptık. Açıkçası burada kalori sayma olayını bıraktığımı itiraf etmeliyim. Gidenler için özellikle güllü olanı denemelerini öneririm. Gerçekten çok güzeldi. Eşimin tercihi yeşil elmalı olandan yana oldu. İlgilenenler için web sitesi: http://www.laduree.fr/en/scene Söylemeden geçemeyeceğim web tasarımları çok hoş, çünkü çok gerçekçi J



Champs Elysees çok kalabalık. Neredeyse her şey için sıra beklemek zorunda kalıyorsunuz. Ama sıranın en uzun olduğu yer tahmin edeceğiniz üzere Louis Vuitton. Sıra resmen öbür sokağın başında bitiyordu. Eşim bir ara niyetlenmiş olsa da, ben hemen onu bu fikrinden “Nişantaşı’nda hiç sıra yok, oraya gidersin” J diyerek vazgeçirdim. Zaten kıyafet konusunda marka takıntısı sıfır olan benim için o sıraya girmek tamamen vakit kaybıydı. Paris’e sadece alışveriş yapmak için giden insanlardan bu yorumum için özür diliyorum. Fakat bu bir tarz meselesi ve bakış açısı. Meraklıları için http://bit.ly/sVggzh

En kalabalık dükkânlardan biri de Kusmi Tea idi. Küçük fakat şeker bir dükkan. Çalışanları çok sıcak kanlı. Bizde çikolatalı çay ve 5 mini deneme paketi olan özel çaylardan aldık. Çikolatalı çay çok beklediğim gibi çıkmasa da, Detox ve Cool çayları gayet başarılı. İlgilenenler için http://www.kusmitea.com/en/

Burdan caddenin sonunda –pardon biz sonundan başladık, başında yer alan- Zafer Takı’na gittik. Zafer Takı’nın üzerine de çıkabiliyorsunuz fakat bizim hiç dermanımız kalmamıştı. Zafer Takı’ndaysanız çevrenizde 360 derece dönün ve Paris’in ne kadar güzel dizayn edilmiş simetrik bir şehir olduğunu fark edin.


Tüm cadde bittiğinde sanırım biz de uykusuzluğumuzun 36. Saatine girmiştik. Bir cafeye oturduk ve kahvemizi içerken, çevremizde bulunan cafe ve restoranları inceledik. Çok ilginç bir detay var ki, o da Fransızların neredeyse hiç birisi fast-food yemiyor, genelde restoranlarda yemek yiyorlar. Fast-food restoranları bizim çözebildiğimiz kadarıyla göçmenler, turistler ve çok çocuklu Fransız aileler tercih ediyor. Restoranların önünde uzun kuyruklar var. Türkiye’de de restoran önünde sıra beklemekten nefret eden ve bunu anlamsız bulan benim için biraz sinir bozucuydu.

Kahvelerden sonra kalan birkaç dükkanı da gezip, yemek yemeye karar verdik. İyi pişmiş bonfile ve light içecek söyledikten sonra biraz sohbet ettik. Fransızlar, her yemeği bol miktarda patates kızartması ile servis ediyor. Patates dışında garnitür çeşitleri çok az. Ve yurtdışında olduğunuzda beslenmenize dikkat etmek zorlaşıyor çünkü ünlü atasözünün dediği gibi “Misafir umduğunu değil, bulduğunu yiyor.”

İlk gün turumuz Paris’te böyle geçti.

Fakat gece daha bitmedi J Lido Show’a gittik… O da bir sonraki yazımda…

Gizem TUTAR – Aralık 2011 
Devamını Oku >>


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Paylaş
9