RSS

BAŞLIKSIZ BİR YAZI...BURAK ÖNAL'A GELSİN...

Hayatın daha önceden çok üstünüze geldiği zamanlar oldu mu?
Benim oldu…Yaşıtlarımdan hep önde gitmek zorunda kaldığım zamanlarda; bir çocuğun “büyük adam olduğunda” öğrenmesi gereken şeylerin birçoğunu çok daha önceleri öğrenmek zorunda kaldım… Aslında hepsini anlatabilecek olgunluğa ulaştım sanıyorum… Çünkü birinin geçmişini veya başına gelen olayları anlatabilmesi onları tamamen kabullenebilmesine ve onları da hayatın bir parçası olarak görmesine bağlıdır, ve bu da bir pişme süreci gerektirir. Biliyorum ki daha çok pişeceğim aynı fırının farklı alevlerinin içinde…
Baştan söylemeliyim, bu bir ajitasyon veya iç parçalama yazısı falan değil. Ulaşmak istediğim hiçbir amaç veya yer yok. Sadece insanım ve son bir haftada insana dair duyguların pek çoğunu aynı anda yaşama mecburiyetinde kalarak, kalkanlarımı biraz indirip yeniden insan olduğumu fazlasıyla hatırladım… Belki bu hafta bambaşka bir yerde, bambaşka bir zaman diliminde insan olduğunu içi acıyarak hatırlayan birileri daha vardır diye düşündüm… Bari o yalnız kalmasın diye yazmış olabilirim.

Hayatın birçok alanı vardır. Kendi kişisel alanınız, özel ilişkiniz, sosyal çevreniz, sağlığınız, kariyeriniz vs. vs… Bir alanda işler iyi gitmediğinde öbür alanların güzelliklerini hatırlamak her zaman işe yarasa da, gün gelir hayat çarkında birden fazla alan hava kaçırmaya başlayan bir tekerlek gibi davrandığında işler biraz pembeden griye dönüşebilir.

Pembeden griye dönüşüm ilk başladığı anda, ilk hissettiğim duygu hayatımın geri kalan rotasını yönlendirir. Eşim her zaman der ki “Hayatımda tanıdığım en zeki mantıksız sensin” Oysa, kimi olaylarda mantık kimi olaylarda zeka aranmamalıdır. İkisi birbirine hiç kavuşamayan güneş ile ay gibidir. Aslında çok iyi bilir ama bana söylemez nedense, ben bazen sadece iç sesime bırakırım olayların akışını…

Bu güne kadar hayır gibi gözüken bir çok şerden beni kurtaran, şer gibi gözüküp gerekli sabrı gösterdiğimde içindeki hayrı bulmamı sağlayan iç sesim, benim kardeşim gibi…

Hayatta tek çocuk olmanın çok dokunduğu zamanlar vardır insana… İşte o zamanlarda iç sesim kardeşim olur, beni yatıştırma kapasitesine sahip tek varlık O’dur şu dünyada…

Bu yazı aslında hiç var olmayacaktı. Çünkü içim gri tonlarında bir gök kuşağı tınısında şu aralar… Ama hep dediğim gibi aşığım ben hayatıma… Bana verdiği güller yanında, arada ellerimi dikenleri ile kanatmış çok mu?

LOST dizisi tadındaki hayatımda (ne hikmetse hayatımdaki en alakasız insanların bile bir diğeri ile alakası çıkıyor bir süre sonra, sanırım Dünya’daki herkes birbirine 7 kişi aracılığı ile ulaşabilir tezi doğru J ) hiç beklemediğim uzantılardan, hiç beklemediğim bir reklam arasının sonunda hayatıma giren ve bu sayfayı hazırlayan Burak Önal kardeşim “abla madem otur çalkantılarını yaz” cümlesinden yola çıkarak yazdığım, deneme tadında olup ne olduğu özünde belli olmayan bu yazı için eğer ki boş bir seda imgesi yarattıysam üzerinizde özür dilerim…

Sonuçta sözün özü…
Pandora’nın kutusu istediği kadar açılsın… Umut dışarı kaçabilir mi sanıyorsunuz?

Ocak 2012
Gizem

Yeni Yazılar E-Mail Adresinize Gelsin!


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Paylaş
9